Salvador Dalí: Gerçeküstü Bir Rüyanın Sanatı

11 Mayıs 1904 - 23 Ocak 1989

Salvador Dalí, 20. yüzyılın en özgün ve etkileyici sanatçılarından biridir. Figueras kentinde doğan Dalí, resim yeteneğiyle genç yaşta dikkatleri üzerine çekti. Onun yaşamı, sıra dışı eserleriyle ve çalkantılı kişiliğiyle dolu bir rüya gibi geçti.

Figueras'ta başlayan sanat yolculuğu, ilk kişisel sergisini Barselona'da düzenleyerek hız kazandı. Bu sergi, Dalí'nin gerçeküstü sanat akımının öncüleri arasında yer almasını sağladı. Paris'e yaptığı ziyaretler, özellikle Picasso ile tanışması, sanat anlayışını daha da derinleştirdi.

Dalí'nin eserleri, eleştirel paranoya yöntemiyle şekillenmiş, rüya ve gerçeküstünün sınırlarını zorlayan bir estetik anlayışını yansıtır. Onun tuvalde yarattığı dünya, zaman ve mekanın sınırlarını aşan, izleyeni derin bir düşünceye sürükleyen bir soyut gerçekliktir.

Sanatının zirvesine ulaştığı 1930'lar, Dalí'nin en bilinen eserlerinin ortaya çıktığı dönemdir. "Bir Endülüs Köpeği" adlı filmi, hem sanat hem de sinema dünyasında önemli bir dönemeçtir. Gala ile tanışması, onun özel yaşamının ve sanatının dönüm noktalarından biridir.

Dalí, sadece resimle sınırlı kalmadı; giysi tasarımları, film senaryoları ve performans sanatıyla da ilgilendi. Bu çok yönlü sanatçı, her eserinde kendi benzersiz bakış açısını yansıtarak izleyiciyi büyülemeye devam etti.

İspanya İç Savaşı ve II. Dünya Savaşı dönemlerinde Amerika'ya giden Dalí, burada da etkileyici eserler üretti. Dalí'nin sanatı, döneminin sosyal ve politik olaylarına duyarlılığını yansıtarak evrensel bir dil oluşturdu.

Dalí'nin sanatındaki mistik öğeler, 1950'lerde daha belirgin hale geldi. "Ekümenik Konsey" gibi büyük boyutlu eserleri, onun mistik ve dini yönlerini izleyiciyle buluşturdu. O, sanatını sadece görsel bir deneyim değil, aynı zamanda derin bir düşünsel yolculuk olarak sunan ender sanatçılardan biridir.

1989 yılında aramızdan ayrılan Salvador Dalí, sanat dünyasında bıraktığı iz ile ölümsüzleşti. Teatro-Museo'da yer alan eserleri ve çağdaş sanatın temsilcisi olarak, Dalí'nin mirası hala canlılığını koruyor.

Bu sergi, Salvador Dalí'nin çığır açan eserlerini bir araya getirerek izleyicilere sanatçının benzersiz evrenine bir yolculuk vaat ediyor. Dalí'nin fırça darbelerinde, renk paletinde ve detaylarındaki gizemde kaybolmaya hazır olun. Onun dünyasında, rüyalar ve gerçekler iç içe geçmiş, izleyiciyi sıra dışı bir deneyime davet ediyor.

Sergi Açılış

KOÇUN HEYHEYLERİ

Güneş koç burcuna girdiğinde, yani 21 Mart’ta mevsim ilkbahardır. İnsan şaşırır. İlkbahar insanı hep şaşırtmıştır. Kadın deri değiştirmeye hazırlanır. Kalın kışlık yünlüleri atar, görünmek ister. Erkek şaşırır. Kadın erkeği hep şaşırtmıştır.

Sabah sisleri artık ikindilere kalmaz. Toprak ısınır. Hayvanlar dışarı salınır. Koç derhal sürünün başına geçer. Koyunlar kıs kıs güler. Koç bunları hiç farkettirmeden kaptırır gider. Koç ateş burcudur. Koç haliyle bütün koyunların kendisine ait olduğuna inanır. Yanılmaktadır. Koyunlar çobana aittir

Koç kimilerine göre fevri, kimilerine göreyse saldırgandır. Koçta bazen kaslar, bazende alın ön plana çıkar. Kataloglara göre koç Taşkın-Etkin-İlkel sınıfına girer.

Koç kafasını öne eğer. Koç kafasını çok sık öne eğer. Hala düşünmekte mi yoksa çoktan saldırıya mı geçti anlaşılmaz. Çıkışları iyidir ama bitişleri vasattır. Sonuna kadar doğru çizgide kaldığı pek görülmemiştir. Çıkışları o kadar sever ki, rahatlıkla başka bir yöne de gidebilir.

Koç açık kapıları zorlayan şuursuzlardan değildir: Koç sadece kapalı kapıları zorlar. Ortaçağ’da bir sürü adamın koçu yüklenip koca ahşap kapıları, hatta sımsıkı mıhlanmış kapıları yıktığı görülmüştür. Kıvrık boynuzları koça bu devirden miras kalmıştır.

Koç dünyaya cepheden yaklaşır. Şair “dik kafalı” deyimini koçu dikkatle gözlemledikten sonra icat etmiştir. Koçu: eşeği değil. Eşeğin dikkafalılığı, tabir caizse arka cihettendir. Bütün ağırlığı arka ayaklarına verir ve geri çekilmeyi reddeder. Aradaki fark açıktır.

Karşısındaki engel veya hasmı çekildiğinde koç kafaüstü düşer.

Düşüncesizce davranışlar ve kazalar koçun başbelasıdır.

Koç Zodyak’taki ilk burçtur. Güneşin çizdiği dairenin ilk otuz derecelik diliminde, birinci evde oturur. Şu sıralar bu eve balık adı verilen takımyıldızı denk düşmektedir. Yerküre eksenindeki kaymadan dolayı koç takımyıldızı kendi yerine yirmi dört bin yıl sonra oturacaktır. Koç bunu hiç iplemez. O bir tek Mars’tan emir alır. Bu kızıl gezegen, koçun koruyucusudur.

Koçun becerikli ellerinin özellikle kılıç, balta, bisturi ve demirci körüğünü pek ustaca kullandığı söylenir. İnsan bu kadar beceriklilik ve keskinlik karşısında kolayca aldanabilir. Koç bazen kuzu gibi uysaldır. Kendini feda etmenin ne olduğunu çok iyi bilir

Koç ve karşıtı terazi, mümkün olsa birbirlerini çok iyi tamamlarlardı. Koç her çeşit burcu başağa tercih eder. (Başağın lafını bile duymak istemez.) Koçla oğlak düşman kardeşler gibidirler. Düşman kardeşler diye bir burç yoktur.

Eğer adınız Marlon Brando, Bismarck, Goya, Casanova, Nikita Kruşçev, Mareşal Murat, Landru, Van Gogh ya da Avilalı Teresa ise, meşhur bir koç olma ihtimaliniz oldukça yüksek. Eğer adınız Charles Baudelaire, Charles Maurras, Charles Chaplin ya da Alfred de Vigny ise meşhur bir Satürn koçu (engellenmiş koç) olabilirsiniz. (Engellenmiş koçların dörtte üçünün adı Charles’tır.)

BOĞANIN DÖNÜŞSÜZLÜĞÜ

İlkokul öğretmenim, boğaların yaşadığı yere ahır, çiftçilerin yaşadığı yere ev denir, diye sık sık tekrarlardı. Savaştan sonra onarılan okulumuzda yerler meşe parke döşeliydi. Karlı kış günlerinde öğrenciler, okula gelirken yanlarında terlik getirmek zorundaydılar; galoşlar sınıf girişine bırakılırdı. Her yıl Çocuk Bayramı’nda aileleri çocuklara birkaç frank verirdi. İlkbahara değerini kazandıran şeylerdi bunlar. Boğa ilkbahara ve her şeyin değerine çok bağlıdır.

Şehirde ise boğa sayısı çiftçi sayısını aşar, burç bakımından yani. Boğanın evine rahatlıkla gidilebilir. Boğanın evinde, her çeşit modern ev aygıtı, hatta bilgisayar vardır. Ayakkabılar kapıda çıkarılmaz. Altları bile silinmez; yerler, mucizeler yaratan ve neredeyse hiç zararlı madde içermeyen ürünlerle kuru kuruya temizlenen bir halıyla kaplıdır. Dünya değişiyor tabii. Dünyayla birlikte boğa da değişiyor.

Ne var ki, boğa değişikliğe gözü kapalı girecek adam değildir.

Değişikliği yavaş yavaş benimser. Boğa, aciliyet duygusunun içine yavaşça yerleşmesine izin verir, sonra sarsılır. Bir kez sarsıldı mı durdurması zordur. Durmak gerektiği hissi tüm benliğini sarana kadar sabretmek gerekir. Yine de, duramadığı olur. Kötü niyetinden değil, ağırlığı ve hızı yüzünden. İki kere iki dört eder. Hayat ve burçlar böyledir işte. Boğa dönüşsüzdür.

Kendini çalışarak öldüren boğalar görülmüştür. Ama boğayı mükemmelliyetçi sanmak hata olur. Boğa, başladığı işi noksansız yanlışsız bitirecek adam değildir. Boğa kabataslakla uğraşır. Ne var ki hep hep kabataslakla uğraşır. Boğa Pazar günleri sıkılır.

Boğa, köpürür. Ya öfkeden ya hazdan.

Halbuki boğa derinlikten yoksun sayılmaz. Ama, belirleyen-belirlenen diyalektiğine girmez. Derinliği düşünce dışıdır.

Boğa zaten adam değildir: Venüs ve Ay tenini kıpraştırır, tüylerini parlatır; zarif bir dolgunluğu vardır; dişi bir burçtur.

Boğa sahiplenir.

Boğa kapitalisttir. İstisnai olarak anti-kapitalistse, kafası hep kapitalizmle meşguldür. Bu durumda –Karl Marx takma adıyla- Kapital’i yazar. Yükselen burcu akrep onu gece imparatorluğuna çektiğinde Sigmund Freud takma adıyla Bilinçdışının Kapitali’ni yazar.

Sinemayla uğraşıyorsa Jean Gabin takma adıyla boğa rollerinde oynar. Sonra da tasarruflarıyla toprak satın alır. Kendini hayvan yetiştiriciliğine adar.

Boğa, başarıda olduğu kadar yenilgide de sebatkardır. Amacına (zengin olmak) ulaşamayacağı açıkça belli olduğu helde İnsanlık Komedyası’na yeni ciltler eklemeye devam eder.

Öte yandan, boğanın şanssız olduğu iddia edilemez. El Cordobes boğasının dediği gibi, ‘’Boğanın da kazanma şansı var’’dır.

İKİZLERİN ŞAŞKINLIĞI

21 Mayıs’la 21 Haziran arasında, ilkbahar sonunda mıyız, yaz başında mı, hiç bilebilirmiyiz? Hayır.

Yılın bu dönemine hükmeden Merkür, güneşin etrafında en hızlı dönen gezegendir. Onu bazen sabahları bazen de akşamları görürüz. Çoğu zaman hiç görmeyiz. Mısırlılar Merkür’ü çift sanırlardı. Ona Set ve Horus adını vermişlerdi. Bundan dolayı ikizler tekil olduğu halde çoğul takısı almıştır.
İkizler ne hep aynı kişidir ne de tamamen başka biridir. Ama ikizler hep böyledir. Bu yüzden de kendisini görür görmez tanırız.
Merkür entelektüellerin ve hırsızların tanrısıydı. Güzel yüzlüydü, ayakları kanatlıydı. Merkür’ün adıyla anılan elementin, yani cıvanın hayal gücü kuvvetlidir, girdiği kabın şeklini alır. Hareketliliğinden de hiçbir şey kaybetmez. Bunlar uydurulacak şeyler değildir.

İki tür ikizler vardır (bunu dışında da başka bir tür yoktur): Castor tipi ve pollux tipi. Castor beyin ticaretiyle uğraşır, Pollux ise ticaretle. Castor arzuların kölesidir, Pollux ise efendisi. Bu tür ayrıntılar astrolojiyle psikolojinin müsbet bilimler olduklarını kanıtlamaya yeter.
Sherlock Holmes Pollux tipiydi. Doktor Watson ise Castor tipi. Sir Arthur Conan Doyle, Castor-Pollux tipiydi.
İkizlerin ağzı iyi laf yapar, ara sıra çığırtkanlığa kaçabilir. Konuşmuyorsa yazıyor demektir, hesap yapmıyorsa tabii. Oyunlardan en çok sevdiği, tereyağından kıl çekmektir.

İkizler gençtir. Ya “genç gösterir” ya da “genç kalmıştır”.

İkizler hem her yerdedir hem de hiçbir yerde. Bir yerlere kaybolur. Evin içinde bile. İkizleri bir yerde tutmak mümkün değildir; geri dönmesini beklemekten başka çare yoktur. Her şeye meraklı bir yapısı olduğundan, genellikle sohbeti şenlendiren –bu arada niye gittiğini uzun uzun açıklamaktan da kurtaran- hikayelerle döner.
İkizlerden çok şikayet edilir. Yakınlarına. Hemen her ikizlerin çevresinde ikizlerle ilgili şikayetleri şefkatle dinleyecek sırdaşlar bulunur. Ama bu şikayetleri ikizlerin yüzüne söylemek biraz zordur. En ufak sitem karşısında zarif yüzünde beliren sevimli şaşkınlık, insanı en haklı şikayetlerinde bilen bile şüpheye düşürür.
İkizlere bel bağlamak hata olur; göstereceği en ufacık bir ilgi size kırk yıllık sadık dostluktan daha fazla zevk verecektir.
Herkesin kalbinde bir ikizler erkeği veya kadını için küçük bir yer mutlaka vardır. Bu yerin sürekli dolu kaldığı pek görülmez. Bu da insana, boşluk deneyimini yaşama fırsatı verir. İnsan ruhsal açıdan gelişir. Hatta neredeyse kopmayı başarır. Kopuş ikizleri kaygılandırır. İkizler yaklaşır. İnsan kopuştan kopar. İnsan ve ikizler birlikte yemeğe çıkarlar.

YENGECİN SIĞINAĞI

Yengeç hayalci, değişken, kaprisli, sevimli, büyüleyicidir ve feci sinir bozucudur.

Daldan dala atlar. Aynı anda çok şeye yetişmeye çalışır. Aslında bakmak mı istiyor, görülmek mi emin değildir. Kendi dünyasını hep yanında dolaştırır. İçe dönük bir salon adamıdır.

Sevgi ve hatıralarıyla ilerler. Denizde yaşayanları yan yan, tatlı suda yaşayanları resmen geri geri yürürler.

Deniz yengecini inceleyelim. Yumuşak görünür Yengecin içindeki yumuşaklık inkar edilemez, halbuki sert bir kabuğu da vardır. Deliğine çevik hareketlerle kaçar. Yoksa farkedildiği anla, kabuğunu ve değliğini hatırladığı an arasındaki sürede mi yumuşaktır sadece?

Yengecin iç dünyası yoğundur. Biraz da dağınık. Bilinçdışını sağlam zırhlarla korur. Çok sayıda iç çenesi durmadan bilinç öğütüp bilinçdışı üretir. Önüne gelen şeyden bilinçdışı üretir.

Yengeç ayaklarını altına alır, gözlerini kıskaçlarıyla örter, kendine kapanır. Tatlısu yengeci ve istakoz, kuyruklarını kıvırıp cenin pozisyonuna geçerler. Anne! Yengeç sık sık anne diye bağırır. Ya özlediğinden ya da annesinin baskısına dayanamadığından. Bağımsız olmayı şiddetle ister. Ama nazlı nazlı bir kucağa kıvrılmaktan da hoşlanır.

Yengeç geçmişine eğilmez, balıklama dalar. Geleceğe ilişkin projeler yapmaz, geçmişe ilişkin projeler yapar. Zamanını bir şeye adamaya niyetlenirse “Geçmiş Zaman Peşinde” harcar.

Belirsizlik en büyüğü sevinçlerin
Yan yana gidiyoruz seninle
Gidişi gibi yengeçlerin
Gerisin geriye gerisin geriye
(Apollinaire)

Kendine ve geçmişine kapandıkça, yengeç kabuğunun dışında bir dünya olduğundan şüpheye düşer. “Ben kendi içime bakarım, tek işim kendimledir, durmadan kendimi tartarım, kendimi denetlerim, kendimden hoşlanırım, kendimi sarmalarım” der Montaigne. (İçe bakışındaki bu katılık Satürn’den gelir, çoğu yengecin içe bakışı daha eğlenceli olur.)

Yengeç durmadan üretir. Yumurta, laf, mektup, yergi, şiir, roman, yani her cins eser üretir. Yumurtaların bolluğu, son derece gaddar olan doğal ayıklanmadan kaynaklanmaktadır. Biteviye üretimi ay tarafından desteklenir. Yengecin efendisi Ay, analığın, suyun, kaynaşmanın, kalabakların ve serapların gezegenidir. (Efendisi yusyuvarlakken yengecin sahnelediği büyüleyici, biraz da gülünç bala görülmeye değer.)

Yengeç Ay’ı andırır. Ay’a göre huyu suyu değişir. Kah büyücü kah gözbağcıdır. Serap aynasını hep yanında taşır, evreler geçirir, bir de karanlık yüzü vardır (bu yüz kendisi için de karanlıktır)

Yengeç, kendisine cımbızla tutar gibi dikkatle davranılmasını ister. Muzip tabiat ve Zodyak, yengeci iri kıskaçlarla donatmışlardır. Tabiatın ve Zodyak’ın verdiği derslerden yararlanalım. Yengeci cımbızla tutalım. İri kıskaçlarını hafife almayalım.

ASLANIN UZAKLIĞI

Aslan güzel, iri ve cömerttir. Aslan hayat doludur. Aslan muhteşemdir. Aslan havalıdır. Aslan taş gibidir. Aslan asâsına dayanarak ermin mantosunun eteğini bir eliyle sıyırır, öteki eliyle açar, 14. Louis gibi ipek çoraplarını göstermek için.

Aslan Fransızların imparatoru olmak için gerekli bütün özelliklere sahiptir, işe teğmenlikle başlasa bile. Yaşlandıkça biraz semirir. Sonu Saint Helene’dir. Veya tımarhane. (Kendisi Fransa imparatoru ilan eden çok aslan olmuştur.) Öldükten sonra değeri yükselir. Napolyon altını fırlar. Külçe altın ateş pahasıdır. Diğer bütün Fransız kıymetleri düşer. Ve tekrar demokrasiye dönülür.

Aslanda büyük bir demokrasi tutkusu vardır, yalnız o sözünü bitirdikten sonra birinin çıkıp da hala söyleyecek bir şey bulmasını anlayamaz. İçinde kötülük yoktur. Aslan zaten başkaları olduğundan emindir. Öyleyse herkesin adına konuşmasında şaşılacak ne var?

Güneş aslanın efendisidir. Güneş ısıtır, ışıklandırır, aydınlatır, göz kamaştırır, yakar.
Aslan görünürdür. Aslan gösteriş meraklısıdır. Aslanın yanında kimse kendini gösteremez. En azından onun kimseyi görmediği kesindir. Aslanın dünyası, insanların ön sıralar, balkonda yer aldığı bir tiyatrodur. Aslansa sahne ışıklarının altındadır.
Aslan başkandır. Zodyak devlet başkanları yarışmasında oğlak ve akrebin önüne geçmiştir. Aslan müdürdür. Aslan müdür muavini olmaz. Müdür muavini olmaktansa hiçbir şey olmamak; işte aslanın düsturu.
Sergilenecek bir şeyi hakikaten olmadığında aslan kendini sergiler. Jung’un deyimiyle “ruhsal şişkinliğine” başvurur.
Aslan kadını aslan erkeğinden görece azgelişmiş kıl yapısıyla ayrılır. Oysa bir aslanın uzaktan fark edilmesini sağlayan şey, gelişmiş kıl yapısı, krallara yakışır saç-sakal bütünüdür. (Aslan yapısı gereği hep uzaktadır zaten.) Aslan olduğunun anlaşılıp anlaşılmadığından emin olamayan aslan kadını, aşırıya kaçma eğilimindedir. Av partilerinde ve kokteyllerde görünen genellikle odur. Dökümlü ve renkli en ufak bir şey üzerinde kendini gösterir, iddiasız sade tayyörler ve hafif parfümler ona göre değildir.
Aslan çalışırken etrafında ferahlık ister. Ayağının altında dolaşılmasından hoşlanmaz. Başlatır, yönlendirir, yaratır. Büyük tablolar ya da büyük girişimler gibi. Ayrıntılarla uğraşmayı sevmez, o işi başkalarına devreder. Maiyeti aslanı izler.
Aslan ortaya içki ısmarlarken masraftan kaçınmaz – seçim kampanyalarında da. Ama aslanın hesabına çok sık içki içmekten kaçınmak gerekir. Bunu kafanıza kakacağından değil, çünkü aslan cömerttir. Ama sonunda, daha hiç hesap ödemeden, herkesin kendine borçlu olduğunu düşünecektir.
Aslan enerji insanıdır. Enerji üretir ve sınırsızca enerji tüketir.

BAŞAĞIN ÇİLESİ

Başak çılgınlık derecesinde usludur. Ara sıra bazı çılgınlıklara kalkışsa da, bunu çok uslu bir şekilde yapar. Başağı çılgınlıklar yapmaya yüreklendirmek zordur.

Küçük tutkular başağın başını döndürür, büyük tutkular birkaç beden büyük gelir. Başağa küçük bir çılgınlık teklif edin, sizi çılgınca cüretkâr bulacaktır; orta boy bir çılgınlık teklif edin, zırdeli olduğunuza hükmedecektir.

Başak dakiktir. Sokakta birine saat sorduğunuzda “saat tam…” derse, başaktır. (…) Başak hiç geç kalmaz. Başak konuşmaya başladığında genellikle yöntem üzerine konuşur.

Başak ağırlık ve uzunluk ölçüleri denetçisidir. Başak hayat bilgisi dersleri verir, ama hayattan ders almayı reddeder.

Başak akıllı ve düzenlidir. İmla yanlışlarını, hesap hatalarını ve düzgün bağlanmamış kravatları farketmekte üstüne yoktur.

Başak düzeltir, temize çeker, rötuş yapar, mükemmelleştirir. Başak Tolstoy, “Savaş ve Barış”ın müsveddesini yedi kere temize çekmişti. Zahmetine değdi. Başak Boileau ‘’Şiir Sanatı’’ adlı eserine yüz kere baştan girişti. Bu biraz fazlaydı.

Başak ince eleyip sık dokur, her işte bir bit yeniği arar.

Başak dosdoğrudur. Hem sokakta hem de hayatta sağa sola sapmadan yolunu takip eder. Onu rahatsız etmemeye dikkat edin. Kibar olun, ama aşırıya kaçmadan.

Başağın en büyük dertlerinden biri, “mükemmelliyetçilik” kelimesinin olumsuz çağrışım içermeyen bir eş anlamlısının olmamasıdır.

Başak yanılmaz, başak genellikle haklıdır, başak her zaman haklıdır, başak çok çabuk çekilmez olur.

Başağın başaklıktan nefret ettiği olur. Bu durumda, akrebe dönüşür. Akrebin bir deli başak tarafı vardır. Bu daha iyi olduğu anlamına gelmez; ama daha sürprizlidir.

Başak harcamalardan sakınır, çünkü yokluk çekmekten korkar. Başak kendini sakınır çünkü acı çekmekten korkar.

İçgüdülerle haşır neşir olmaktan kaçar. Yemek davetlerini çoğu zaman reddeder. Mütevazı işlerle yetinir. Bakandan ziyade müsteşar olur. Bakandan daha yetenekli olduğunu gayet iyi bilir, zaten müsteşarlığın varlık nedeni de bu değil midir?

Başak, işi küçüklüğün içinde büyüklük bulmaya vardırmıştır.

Başak sağlıksızdır. Hep ölmek üzeredir, durmadan şikayet eder, ancak bütün akraba ve arkadaşları ölünce şikayeti keser.

TERAZİNİN HÜZNÜ

Eylül sonunda yaz elini eteğini çeker. Hayatta hafif bir dalgalanma olur. Havada sanki bir salınım vardır. Terazi hava burcudur. Hava serinler. Terazi üşütmekten korkup telaşla içeri girer. Terazi durduk yerde nezle olur. Terazi sıcaktan da aynı derecede çekinir. Soğuk ve sıcak teraziye terler döktürür. Ancak ılıman iklimlerde kendini iyi hisseder.
Simgeler gelip geçer. İşte Zodyak’ın yarısındayız; Koç’un tam karşısında. Koç işaretler çakıp dikkat çekmeye çalışır. Terazi görmezden gelir. Terazi durduk yerde hüzünlenir. Tedirgindir. Kaygılıdır. Terazinin çok ince kaygıları vardır; bu kaygılar ara sıra peşini hiç bırakmayan bir eğlence arzusuyla kesilir.
Kaptırmışım kendimi; terazi hiçbir şeyden nefret etmez. Şöyle söyleyelim: Terazi tepinmekten hazzetmez.
Birbiriyle uyumsuz şeyler, cırtlak renkler ve çok yüksek sesler terazinin hoşuna gitmez.

Terazi bir şeyden nefret edecek olsaydı, acıdan nefret ederdi. Acı çekmekten veya acı vermekten. Terazi acıların insanı değildir.
Terazi anlaşmazlıkları pek çekemez, ne aile içi, ne komşuyla, ne de uluslararası planda. Huzur ve barış ister. Normal olarak terazi herkesle iyi geçinmek isteyen, iyi niyetli birisidir.
Terazi diplomattır. Terazide adalet kavramı gelişmiştir (yoksa adalette mi terazi kavramı gelişmiştir?)
Terazi koçlardan, yengeçlerden, oğlaklardan çekinir (bu burçlar mevsimlerin öncüleridir, “ana” burçlardır) Diğer burçlardan da çekinir. Terazi kendinden çekinir. Karşı kefede kendisini dengeleyen bir ağırlığa ihtiyaç duyar. İşte bu yüzden her türlü beraberliğe, özellikle evliliğe büyük önem verir.

Terazi reddetmeyi bilmez. Tereddüt eder, uzlaşır, erteler ve imzalar. Evlenir evlenmez de tekrar sallantısına devam edebilmek için derhal kendisine bir aşık veya metres bulur.
Terazinin sevilmeye ihtiyacı vardır. Hararetle çevresindekilerden takdir bekler. Neyse ki cazibe fukarası değildir.

Terazi bazen kendisini aşırılıklara iten, hatta ansızın tersyüz eden ağırlıklar yüklenir. Çoğu terazi sebepsiz can sıkıntısından gizli gizli hoşlanır, beden sıkıntısından da. Bir bezginlik hisseder. Üzüm üzüm üzülür; niçin sıkıldığını pek bilmeden. Bir terazinin durup biraz önce kendisini yalayıp geçen hafif hüzün esintisinin kaynağını araması şaşılacak şey değildir. Tüy kadar hafif bir esinti. Tüy kadar hafif ağırlıkları tespit etmekte terazinin üstüne yoktur. Ortamdaki en ufak bir değişim teraziyi ürpertir. Küçücük bir şeyden büyük şeyler çıkarır. Terazi çok hassastır.
Bütün dengeler hassastır. Gece gündüzü yakalar yakalamaz arayı hızla açar. Madde ve ruh birbirlerine akıl almaz numaralar yaparlar. Dengesizlik yerleşir.
Aslında denge sallantının kendisindedir. Terazi bunu ileri yaşlarda anlar. Gündüzle geceyi uzlaştırma sevdasından vazgeçer. İbresini fırlatır atar. Ağırlık kaybeder. Dünya ona hafif gelir. İşte o zaman Zodyak’ın tam ortasında tenle ruhun, gündüzle gecenin gelgitinde terazi her şeyi sallar.

AKREBİN BAŞDÖNMESİ

Ölü yapraklar sonbaharın kokuşmuş su birikintilerinde ağır ağır çürür. Akrep parmak uçlarında dans eder. Hoşa gitmek için gerekli herşey akrepte vardır. Hem örümceği hem de yılanı andırır. Tehditle yüklü yavaşlığı, çevikliğe gebe bir tereddüttür.

Akrep, Eros ve Thanatos'la birlikte parmak uçlarında dans eder. Zevkten ölmeye dünden hazırdır ama en ufak acı akrebi hayata döndürür. Gün boyunca kendini bir yok bir var eder. Anka kuşu -kendini yakıp küllerinden tekrar doğan kuş- akreptir.

Akrep başkalaşmayı bekler. Beklerken mayalanır. Bataklıkların kıpırtısız sularında ya da alkollü sularda. Akrep -içinde itkilerin, isteklerin, bastırılmış duyguların fokurdadığı- kara bir imbiktir.

Akrep pek huzurlu görünmez. Akrebi tedirgin eden nedir? Hiçbir şey. Her şey.

Akrep kendini sorgular. Şüpheye düşer. Her şeyden, hatta şüphenin kendisinden de. İnatla sorgular. İnatla endişelenir. Şüphesi bir bakıma düşünülmüştür, hatta güven vericidir. İnsanlar şüpheye öylesine dalar ve şüphede öylesine boğulurlar ki, şüphe ettikleri bile söylenemez. Akrep ise sahiden şüphe eder. Sebatı sayesinde şüphesini herkese kabul ettirir.

Akrep her türlü sapıklığı yapar ama bunu mesele yapmaz. Ara sıra kendinden geçiyorsa bu alelade olmaktan nefret etmesindendir. Kendini birinci sınıf bir suçbilimci olarak kabul ettiremediğinden işlediği büyük suçlarla tanınır. Örnek olur.

Canlı bir havası, hep hazırda kolay bir alaycılığı vardır... Aynı zamanda kolay bozulur. Akrep alıngandır.

Akrep eleştireldir. Özeleştireldir. Meraklıdır. Psikanalisttir. Gizli ajandır, tercihen çift taraflı. Dostoyevski tarafından kahramanlaştırılmış, Bosch tarafından resmedilmiştir.

Akrebe kötü gözle bakılır. Zodyağın çirkin ördeğidir. İnsanların gözü akrebin gizli güçleri ve saklı zenginliklerindedir. Faust yanından ise çekinilir. Bütün bunlar akrebi şaşırtır. O kendini çok basit sanır. İşin kötüsü bir bakıma öyledir.

İstesek de istemesek de alışmak zorundayız, akrep yeryüzünün en eski sakinlerinden biridir. Son gelen haberlere göre radyoaktiviteye de dayanıklıymış.

YAYIN GERGİNLİĞİ

Yay, Jüpiter aşkına! diye bağırdı.(Orijinalinde By Jove!)

Yay, Jüpiter’in adını çok sık anar, dinsel inancı ya da züppelikten. Bazen de kibrinden: Yay Jüpiter’in uyluğundan yaratılmış olduğuna inanmaya meyillidir. Efendisi Jüpiter güneş sisteminin en büyük gezegenidir. Zodyak insanında yay, uyluğu simgeler.

Uyluk yayın zayıf noktasıdır. Bunun haricinde aygır gibi sıhhatlidir. Zaten yay, altı at, üstü insan olarak temsil edilir. Bir yay ve okla. Bütün bu özellikler hareketine bir genişlik katar. Yay çok yer tutar.

Dört nalının üzerindeki sağlam duruşu ve görüş seviyesinin yüksekliği, oklarını oldukça yükseğe ve uzağa atabilmesini sağlar. Ama yay ille de yıldızlara nişan alma sevdasında değildir. Genellikle ava gitmekle, olimpiyatlarla, toptan ticaretle, hatta televizyonda altılı ganyan sonuçlarını izlemekle yetinir. Ne olursa olsun, manevi arayışta ya da maddi kazançta başarılı olmak için gereken her şeye sahiptir. Bununla birlikte her ikisinde de başarısızlığa uğradığı olur.

Yay genellikle oturduğu yerde yayılır. Ama sık sık yaylanma ihtiyacı duyar, o zaman da dörtnala sağa sola koşturmaya, çifte atmaya ve oklarını savurmaya başlar. Bunlar gençlik hatalarıdır, kolayca affedilir, hele bir de yüzünün hemencecik neşe içinde yayılıverdiği düşünülürse.

Yay ateş burcudur. Sonbaharın son ateşidir. Uzağı iyi görür. Rehbercilik, peygambercilik, fener bekçiliği oynar. Sentezci bir zekâsı vardır. Mükemmel bir öğretmen, başarılı bir örgütçüdür. Konuşmaya ve toplantılar örgütlemeye bayılır. Konuşabilmek için toplantılar düzenler. Uzun uzun konuştuğu için sağduyulu olarak bilinir. Hukukçular kendisine kucak açar. O kibarca reddeder. Seyahati tercih eder. Macera, yayı cezp eder. Ama yay akıllı usludur; maceraperestlikten ziyade kâşifliğe eğilimlidir. Saygınlık yayın saplantısıdır.

Ehli keyiftir. Bol bol gülüp eğlenmeyi sever. Ama her zaman makul, tutumlu ve konformisttir.

Öfkelendiği olur ama kendini tutmayı bilir.

Üst taraf ağır bastığında akıllı bir at olur, pek öyle kanlı canlı olmayanlardan. Birazcık ürkektir. Aslında o da macera peşindedir, ama iç maceralar peşinde. Arayış içindedir; gözü bilgi, mükemmeliyet ve bilgeliktedir.

Bunun dışında yay ne isterse yapabilir. Berlioz gibi müzik, Eluard gibi şairlik, Fritz Lang gibi sinema, Mermoz gibi havacılık, Churchill gibi siyaset yapabilir.

Sonbahar sonuydu. Yay, “By Jove!” diye bağırdı ve okunu efsanevi bir ilkbahara doğru fırlattı. Daha kışın eşiğinde fiziğine yakışan pek yakışan kayıtsız bir hava takınmış olan oğlak oku görmezlikten geldi.

OĞLAĞIN UÇURUMLARI

Yılın en uzun gecesi bu garip keçinin boynuz gösterme vaktidir. Adam ateşinin başında uyanık, bekler, (ya da kalorifer sıcağında, televizyonun karşısında). Adama uyku bastırır. Zaten kafası da göğsüne düşüp durmaktadır. Ocaktan ya da elektron kutusundan çıkan irice bir kıvılcım adamı yerinden sıçratır. Kadın adama gidip yatmasını söyler. "Ben yukarı çıkacağım, ateşi söndürmeyi unutma" der kadın(Ya da televizyonu). Her şey geçer, her şey değişir, uzun kış gecelerinin sıkıntısı kalır. Adam ve kadın yatarlar. Oğlak bir süre daha uyanık, bekler.
Mesele oğlağın başkalarıyla birlikte olmaktan hoşlanmaması değil, kendini tek başına rahat hissetmesidir. Başkalarıyla beraberken hep biraz tedirgindir. Elini ayağını nereye koyacağını bilemez. Düşünmeyi beceremez. Konuşmayı hiç beceremez. İnsanlardan nefret ettiği düşünülür. O kadar da değildir. Tek başına olup sevilmemeyi, başkalarıyla olup sevilmemeye tercih eder, hepsi bu. Oğlak çok sevilme ihtiyacı duyan, ama bunu talep etmeyi sevmeyen biridir.
Oğlak az konuşur. Kafası yalnızca sessiz anlaşmalara yatar. Söze dökmek gerektiği anda oğlak için anlaşma bozulmuş olur.

Oğlak kaydeder durur. Gözlemlerin turşusunu kurar. Verdiği karşılıklar kırbaç gibidir. Ama vereceği karşılığı ancak bir gün sonra bulur. Bundan ötürü de taşı gediğine koyabilmek içi yazar olur. Ya da karşılık vermekten tamamen kaçınabilmek için siyaset adamı olur. Stalin sorulara hiçbir zaman cevap vermezdi. … İsa ise mesellerle cevap verirdi ki bu da aslında cevap vermemenin bir başka yoludur.
Hayatta ortayolcu oğlaklara da rastlarız. Bunlar masallardaki küçük şirin keçiler gibi sağılırken ses çıkarmayan, süt kovasını devirmeyen uslu oğlaklardır.
Oğlak asla kolayı seçmez. Zoru seçer. Kendini zorluklara bırakır. Zorlukların ortasında bazen hayatın kolay olduğu düşüncesine kapılır. Ara sıra “hayat basittir, her şey mümkündür, yeter ki insan kendini mahrum etmesin” diye söylev çeker; bu düşüncelere ender olarak kapıldığından, coşkusu abartılıdır. Hayat oğlağın bu dönemsel çıkışlarını pek hoş karşılamaz.
Kayıtsızlık ve vazgeçiş hem iyi hem de kötü yanları olan meziyetleridir.
Oğlak gençlikten nefret eder. Çocukluğu mutlu denebilecek kadar hüzünlü geçmiştir. Ergenlik çağında genç gösteren bir ihtiyar gibidir. O daha doğuştan yaşlı gibidir. Mühim değil, zaman tanrısı onun yanındadır. Oğlak yıllar geçtikçe yeniden gençliğine kavuşur. Daha doğrusu ilk defa genç olur.
Ama bunların hepsi sonunda suya düşer. Oğlak burcuna yarı-keçi, yarı balık bir beden yakıştıran Gelenek, oğlağa çıkış yolunu açıkça gösterir: Dağın tepesinden kovayla birlikte kayıp her şeyin bittiği ve yeniden başladığı balıklar alemine dalmak…

KOVANIN PAYI

Kova basitlik peşinde olan karmaşık bir burçtur.
Onu resimlerde ilerlemiş bir yaşta, iki şişeyi, sürahiyi ya da amforayı boşaltırken görürüz. Çok mu içmiştir? Tufanı mı haber vermektedir? Çok mürekkep yalamış olan geleneğe bakılırsa yeniden dengeyi kurmaktadır. Hayatı ve ölümü ve adil bir şekilde evrene dağıtmaktadır. Kabul etmek gerekir ki oğlak billurlaştırma işinde ölçüyü kaçırmıştır. Kova bunları çözme işini üstüne alır.
Kova fazla yoğun şeylerden pek hoşlanmaz. Yerleşik düzen onu müthiş sıkar. Güçlü kişilikler kovayı üzer. O, kişilik sorunlarını bu kadar ön plana çıkarmaz. (Ağırlaşma meraklısı değildir, kova hava burcudur). Başkalarının kişilik sorunlarının öne çıkmasından rahatsız olması anlaşılır bir şeydir.
Daha geniş mekânları özler. Kendini insanlığın evrimine adamayı da düşünür. Evrensel kardeşlikten korkmaz, hatta kozmik kardeşlikten bile.
Ama bağımsızlığına dokunmamak gerekir. Ayrıca değişikliğe de ihtiyacı vardır. Evrensel değişimden korkmaz. İlerlemeden yanadır. Uranüs ona her çeşit bilimsel yenilik konusunda ilham verir.

Kova Mozart olmayı Beethoven olmaya tercih eder. Ne olursa olsun, şarkıcının sesini bastırmak için gürültülü davul çalacak bir tip değildir. Buna rağmen ara sıra ilginç bir ses çıkarmayı da ihmal etmez, çünkü dikkati üzerine çekmese de dikkat çekmeye bir itirazı yoktur.
Hoşa gitmek ister. İdare eder. Dinler. Her şeye yerli yerince önem verir. Ama canlılığı kovayı taşkınlıklara itebilir. Değişiklik ihtiyacı onu garip dönüşlere, mantıkdışı tutkulara yöneltebilir. Zaten tutkuların çoğu da mantıkdışı değil midir?

Kova geleceği önemser. Devamlılık kavramı değişmiştir. Eksiksiz insanı düşler. Mutlu sondan yanadır. Kovanın ne kadar devrimci olabileceği bellidir. Zihin açıklığı ve ileri görüşlülüğü sıradan gerçekliklere tahammülsüzlüğüyle birleşince mükemmel bir sürrealist haline gelir.

Kışın ortasında olduğumuzu söylememiştim. Kışın yılbaşından sonra da devam etmesine şaşarız. Kova biraz kar döker, sonra karı eritmek için biraz su döker. Su donar. Kova biraz antifriz döker. Denge tutkusu sonunda sellere yol açar. İpin ucu kaçar. Balıklar rahatlamaya başlar.

BALIĞIN BOĞULMASI

“Derin sularda gezen balıklar
Hiç ağlamazlar, neden?
Anneleri, minicikken
Onları azarlamaz da ondan…”

Boby Lapointe’nin iyimser görüşü bu. Aslında balık ağlar, balık gözlerinden yaşlar gelinceye kadar güler, balık yatağına çiş yapar (her tarafı ıslatır), kimse de farkına varmaz.
Ama bu balığın kendini bıraktığı anlamına gelmez. Yön ve denge duygusu gelişmiştir. Balığın iki akıntı arasında başarıyla duruşunu görmek gerekir: küçük yüzgeçleriyle. Ya da duygularının yardımıyla(Balığın duyguları, insanı yanıltacak derecede, küçük yüzgeçlere benzer).
Balık okyanusta yaşar, yani belli bir yerde değil. Efendisi Neptün biraz tuhaf ve büyük bir gezegendir. Yeri uzun süre belirlenemedi, ama bütün hesaplar Neptün’ün varlığının, güneş sisteminin işleyişi için şart olduğunu göstermekteydi. Balığın bütün sorunu da budur.
Balığın deniz gözlüğü ya da teleskopla gözlemleyebileceği bir mekana ihtiyacı vardır. Gözlemlediği dünyanın içinde kaybolmadığı zamanlar önemli sonuçlar çıkardığı olur, Kopernik veya Einstein gibi.
Balık önsezilidir, ama bunun her zaman farkında olmaz. Çünkü çok fazla önsezisi vardır: Bir önsezi denizinde yüzer.
Balık sebatsızdır. Prelüdler bestelemeye aşırı derecede düşkündür, Chopin gibi. Kolayca etki altında kalır. Herhangi bir kitle hareketine katılır (ya da bir ağa takılır). Med-cezirle bir gider, bir gelir. Ama bazen vesveselidir, kılı kırk yarar, çünkü her şeyin karşıtı aynı derecede doğrudur.
Balık hem başlangıçtır hem de son. Hem sonsuz hem de tanımlanmamış. Genişliyor mu, dağılıyor mu pek bilmez. Kendi içinde kaybolur.
Balık esnek, esrarengiz ve kadınsıdır. Balık kararsızdır, kavranamaz, sinir bozucudur. El sıkışı gevşektir.

Balık barışçı ve bekleme yanlısıdır ama bazen gafil avlanır, sonra da kokmaya yüz tutar.
Balık çok sık değişir. Otuz, doksan, hatta yüz seksen derecelik dönüşler yapar. Nereye gitmek istediğini bilir mi bari? Evet. Aynı anda birçok yöne gitmek ister.
Geleneksel olarak balık burcu ters yönde iki balık şeklinde temsil edilir. Bazı psikanalistler dışında kimsenin aklından bu konunun üzerinde durmak geçmez.
Okyanus iyidir ama çok nemlidir. Suyun içinde, havadaki kuştan ya da sağlam toprağa basan inekten daha mutlu olmayan balık, ara sıra sudan çıkmak da ister. Havalara girer. Ayağına ayakkabılar geçirir. Ayakları çok hassas olduğundan ayakkabı ayağını vurur. Balıkların yarım numara büyük ayakkabı almaları tavsiye edilir. Çoğu balık da öyle yapar zaten. Balık yumuşak ve biraz da büyük ayakkabılarından tanınır. Bunun dışında kimseye benzemez. Ama herkes bir balık cinsine az çok benzer, hiç fark etmediniz mi?

SALVADOR DALİ 65.5X48 Le visage cache

SALVADOR DALİ 65.5X48 James The Lesser

SALVADOR DALİ 65.5X48 L'Archange

SALVADOR DALİ 65.5X48 La Transfiguration

SALVADOR DALİ 65.5X48 Le parole divine

SALVADOR DALİ 65.5X48 L'Hermaphrodite

SALVADOR DALİ 65.5X48 Le son de la foi

Pantagruel